17 Haziran 2018

Kant'ın "us'un eleştirisi"nin eleştirisi

Bir savaşımın harmosini yitirmiş doğal bir düzeni olarak görülebilir Kant'ın yaşamı.
her türlü subjektif duygu, bedensel güdü, eğilimler, onda yalnızca ve daima akılın ve objektif görev buyruğunun egemenliği altına sokulmaları gereken şeyler olmuşlardır. ona göre kendisinden feragat edilemeyecek hiçbir doğal güdü yoktur. tüm duygusal dışavurumlarında oldukça kontrollüydü ve yaşamı bir hazlar toplamı olarak değerlendirecek olursak Kant'ın yaşamı sıfırın altına inebilir.
yaşamın hedefi mutluluk değil, bağımsızlıktır onun için. zorunluluk, doğanın vazgeçilmezidir insanın eylemlerinin değil.
"Kant kendi gençliğini entelektüel açıdan olgunlaşmamışlık ve ahlaksal bakımdan da özgürleşmemişlik dönemi olarak görür." (Cassirer, 1988)
kant üniversiteyi fizik doktora teziyle bitirdi. 46 yaşında ise mantık ve metafizik profesörü olarak atandı. öylesine düzenliydi ki Königsbergliler saatlerini onun sokaktan geçişine göre ayarlarlardı. her gün aynı saatte evden çıkar, aynı saatte üniversiteye ulaşırdı.
olgunlaşmamışlık olarak adlandırdığı dönem, yani Kant'ın yetiştiği ortam; bir matematik, fizik, usçuluk ortamıydı. bu ortamda Kant us'un sınırlarını çizmeye başladı.
Metafiziğin dayanağı olan us (akıl) ne tür bir ustur? neyi bilebilir, neyi bilemez?
ingiliz düşünür David Hume (1711) çağdaş düşünceci öğretileri etkileyen bir şüpheciydi. kant da onun kendisini metafizik  uykusundan uyandırdığını söyler. Hume, bilimin temeli olan nedenselliğin nedenini yadsıdı. kant da bu temelden yola çıktı.
bir zamanlar Copernik şöyle düşünmüştü: "yıldızların, dünyamızın etrafında döndükleri inancına dayaranak gök olaylarını çözemiyorum. bir de tersini deneyeceğim..
Kant da şöyle düşünüyor: Bilgimiz, dışımızdaki nesnelerden geleneklerle düzenleniyor inancına dayanarak metafizik olayları çözemiyorum. bir de tersini deneyeceğim..
"Dünyamızın, onların çevresinde döndüğünü varsayarak bakacağım olaylara."
"Dışımızdaki nesneler, bilgimizden gidenlerle düzenleniyor inancına dayanarak bakacağım metafizik olaylara." (Kant, Kritik der Reinen Vernunft, ikinci baskı önsözü)
İşte Immanuel Kant 'ın en zor anlaşılan serüveni böyle başlar.
İnsan aklını tanrılaştıran filozofların aksine, Kant ona bir sınır çiziyor. onun güçsüzlüğünü gösteriyor ve aklın sınırlarını aşan asla bilinemeyecek bir metafizik alemi olduğuna inanıyor.
İnsan aklının gücüyle güçsüzlüğünün çelişkisini bu şekilde ortaya koymak, diyalektik yönteme götüren adımlardan en büyüğünü atmak demekti.
Kant, kendi gençliğini bir olgunlaşmamışlık dönemi olarak görse de, ve bunun nedenini gençlik yıllarında henüz bir varoluş tarzının oturmadığını düşünmesi olsa da,
gençlik yılları eserlerinin ve geliştirdiği düşünce sistemlerinin gelecek felsefe birikiminde yadsınamaz bir etkisi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
usun sınırlarını çizmeye deneyi inceleyerek başladı Kant.
deneyin sınırlı olduğunu söyledi. matematik yargılarının hiçbirinin deneyden çıkarıladığını, örneğin "iki kere ikinin dört ettiğinin" deneysel bir sonuç olmadığını ifade etti. ancak yine de, matematiksel olguları metafiziksel olgularla bağdaştırmadı. iki kere ikinin denenebileceğini, lakin tanrı'nın varlığının hiçbir zaman denenemeyeceğini dolayısıyla matematiksel yargıların her zaman deneye uzanabileceğini söyledi.
kant din konusundaki bu ifadeden sonra hükümetten ihtar aldı.
ancak kaçınılmazdı ki, tarihsel düşünce diyalektiği 18. yüzyıl sentezini us'ta gerçekleştirecekti. bu ortamda kant; gerçekte bildiğimiz hiçbir şeyin olmadığını ve bizlerin gizlerle dolu evrende bir düş'ün düşünü görmekte olduğumuzu ileri sürdü. bildiğimizi sandığımız şeylerin yalnızca olaylar olduğunu ve bu olayların bilmediğimiz bir nesnenin, asla bilemeyeceğimiz bir özne ile olan ilişkisinden doğduğunu söyledi. dolayısıyla us, kant'ta iki bilinemezin arasına sıkıştı.
kritik der reinen vernunft'da (saf aklın eleştirisi, salt us'un eleştirisi) us'un özgür olma dileğini ve işe yaramadığını gördü.
yine kant'a göre us; deneyden koparak metafizik yapamayacağı gibi, deneyi verilerinin arkasına geçerek fizik de yapamazdı. çünkü deney bize sadece görüneni verir, oysa biz bu görünenin ardında bir şey ararız. bu 'şey', hiçbir zaman bilinemez.
kant şunu düşündü: salt us, deneyle olan bağını kopararak kuram üretemiyor, peki eylem yapabilir mi?
us, uygulayıcı olabilirdi. ancak bu durumda adı irade olurdu. burada zorunlulukla olandan çok özgürlükle olanla ilgilendi. özgürlükle olmayan iyiliğin hicbir anlamı yoktur, dedi ve us'un uygulayıcı olarak çok önemli bir görevi olduğunu söyledi:
"iyiliği; özgürlükle, salt iyilik için gerçekleştirmek."
burada özgürlükle kişisel çıkar yasanın bir çelişkisi vardı: özgürlük zorlamıyor, sadece yükümlü kılıyordu. kendi yasasını kendi koyuyor, seçimi serbest bırakıyordu.
önceden konulmuş bir yasa yoktu.
kişisel çıkar ise insanlığı araç olarak görmekteydi, bu da deneyle yeniden ilişki kuruyordu ve özgürlüğü yitirmemizi sağlıyordu.
kant'ın bu idealist eğilimi onun gute wille adını verdiği "özgür irade" kavramını oluşturdu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder