24 Nisan 2017

İntihar üzerine 3.başlık

yazarak düşünenlerin intiharındaki ortak nokta, hayatlarına kurdukları bir cümle gibi son vermeleridir. bir edebiyatçı için intihar, noktalama işaretlerinden başka bir şey değildir aslında. ne de olsa edebiyatçı hikayeyi nerede bitireceğini, noktayı nereye koyacağını bilendir.
intihar aslında ölüme değil, ölümsüzlüğe kapı açıyor bir yerde.
albert camus sisifos miti denemelerine ''sadece bir tek ciddi felsefi sorun vardır, o da intihardır." teziyle başlar.
stefan zweig, virgina woolf, sylvia plath, john kennedy toole, jack london gibi bir çok yazar hayatla olan çatışmalarına, üzerlerindeki baskılara ve varoluşsal sorunlarına bir cevap olarak intiharı seçmişlerdir.
yaşamı kabul etmeyi kendi içinde yüce bir değer olarak gören tolstoy bile itiraflarım'da 50 yaşındayken geçirdiği bir intihar krizinden söz etmektedir.
edebiyatta intihar tezahürleri incelendiğinde; meselenin varoluş tanımlamasına, değerler (hayaller) ve toplumsal gerçekliğin çatışmasına, karakterlerin çıkış noktası veya nefes alma alanı bulamamasına dayandığı görülür. edebiyat dünyasında intihar sylvia plath'in tanımıyla ''susma cesareti'' olarak adlandırılır.
aslında antik çağdan beri farklı türden bir çok metinde sıklıkla sözü edilen bir konu bu. sophokles, euripides ve platon intiharın kabul edilebilirliği üzerine tartışmalar yapmışlar yüz yıllar önce.
hedda gabler, anna karenina, dorian gray, genç werther ise edebiyat dünyasına intiharla yansıyan karakterlerden sadece bir kaçı.
camus'nün dediği gibi intihar ve sanat aynı doğaya sahiptir. ikisi de başkaldırıdır. sanat da, ihtihar da, sanatta intihar da ''susma cesareti'' gösterenlerin bir noktada sessiz çığlığıdır.

Simone de Beauvoir /derleme

"birisi bana seyahat etmek neye yarar, insan kendisini hiç terketmiyor ki demişti. ben kendimi terk ediyordum; bir başkası olmuyordum ama kayboluyordum." (s.78)

"sizin tek çılgınlığınız, kendinizi deli sanmanız." (s.181)

olgunluk çağı

“her kavuşma bir ayrılığın başlangıcıdır.” (s.32)

“biliyoruz ki insan aşkınlıktır: bir şeyi isterse yalnızca aşmak, geride bırakmak için ister onu.” (s.90)

denemeler

“insanlar özgürdür dedim. ama herkes yalnızca kendisi bakımından özgürdür; onların özgürlüklerine ne dokunabiliriz, ne başlarına gelecekleri bilebiliriz, ne de onlardan özgür davranmalarını isteyebiliriz. bana üzüntü veren şey de bu; kişinin kendine özgü değeri yalnızca kendisi için vardır, benim için değil: yalnızca dış görünüşüne erişebilirim onun; ben de anlamsız bir dış görünüşten başka bir şey değilimdir onun için, olmayı kendim bile seçmediğim bir veri.” (s.119)

“hasta değilim. hasta olsaydım iyileşebilirdim. hayır. ama yaradılışımda eksik bir şey var, bu da iyileşmiyor.” (s.160)

başkalarının kanı

“bütün dünya toplumcu olduğu gün, yeryüzünde kadın-erkek diye bir şey kalmayacak, yalnız eşit haklara sahip emekçiler bulunacaktır.” (s.58)

“kadın eyleme girişmediği için düşünce ve sanat alanlarında ayrıcalıklı bir yere sahiptir; oysa düşünce ve sanatın en canlı kaynakları eylemdedir. dünyayı yeniden yaratmak isteyen kişi için, onun dışında kalmak pek de iyi bir durum değildir. burada da eldeki verinin ötesine geçebilmek için, önce onun dört bir yanına kök salmış olmak gerekir. topluluk olarak öbürlerinden aşağı tutulan insan kategoryaları içinde kişisel alanda kendini bütünlemek hemen hemen olanaksızdır. bu daracık eteklerle nereye gidelim istiyorsunuz diye soruyordu marie bashkirtseff. stendhal’de, kadın olarak doğan bütün üstün yetenekler, halkın yararı uğruna harcanıp gitmiştir der. aslını ararsanız insan üstün yetenekli doğmaz, sonradan olur. kadının içinde bulunduğu durumsa, bu oluşu şimdiye dek engellemiştir.” (s.143)

"kadın olmak der kierkegaard, öylesine garip, karışık, karmaşık bir şeydir ki; hiçbir yüklem onu tek başına anlatamadığı gibi, kullanılacak çeşitli yüklemler bir tek kadının kaldıramayacağı kadar çelişir.” buysa kadının olumlu bir biçimde yani kendisi için varolam varlığına göre değil de, olumsuz bir biçimde yani erkeğe gözüktüğü gibi ele alınmasındandır.” (s.158)

“insan kadın doğmaz, sonradan olur. insan dişisinin toplum içerisindeki görünüşünü belirleyen biyolojik, ruhsal ve iktisadi bir yazgı yoktur, erkekle kadınsı erkek denilen iğdiş edilmiş cins arasındaki bu ürünü yaratan uygarlığın tümüdür. ancak başkasının araya girişi bir bireyi öteki varlık haline getirebilir. kendisi için varolan çocuk, ayrı bir cinsten olduğunu yakalayamaz.” (s.231)

kadın ikinci cins

"Dixi et salvavi animam meam"

''konuştum ve ruhumu korudum'' anlamına gelen latince deyim. konuşmakla ruhunu korumak kurtarmak neyi imler sorusunun cevabı ise biraz karışık.
kierkegaard'a göre, yaşam yolunda üç ana aşama, etap vardır: estetik, etik ve dinsel. dolaysızlık ve umutsuzlukla ıralanan estetik aşamadan -varoluşsal sıçramayla- bir üst aşamaya geçiş sorunu kierkegaard'ın either/or kitabının temel sorunudur. bu kitabın adının da gösterdiği gibi bir seçim sorunudur. kişi ya estetik aşama içinde umutsuzca, kimi zaman da umutsuzluğunun farkında bile olmadan yaşayacak ya da bir üst aşamayı, etik olanı isteyerek seçecek, bu aşamaya varoluşsal sıçramasını gerçekleştirecektir. buradaki seçim, kierkegaard'a göre, etik olanın kendini açığa vurmasıdır. kişi etik olanı seçtiğinde başka bir kişi haline gelmez: kişi kendini seçmiştir; estetik aşama içinde parçalanmış olan kişilik yeniden kazanılmıştır. bu anlamda seçme yoluyla kişinin kendini bulması, kendisi olarak kalması etik olanı gösterir. burada kierkegaard, kişinin kendisi olmasıyla kendisi olarak kendini korumasıyla kurtarmasıyla paradokslu tarzda kişinin kendini feda etmesi, silmesi arasında bir bağ kurmaktadır. bu tarzdaki kişiler, sokrates, agamennon, brutus örnekleriyle tanımlanan trajik kahramanlardır aynı zamanda.
mesela sokrates, eylemi nedeniyle mahkum edilen böylesi bir entellektüel kahraman "son söze sahip olmalı ve bu sözü korumalıdır." sokrates kendi ölümüyle kendini gerçekleştirmiştir. ölüm anında sessiz kalmaz, konuşur ve konuşmasıyla "evrenseli dile getirir." son sözünü söyler, son sözüyle kendini korur.
marx için insanı insan yapan şey ve içinde bulunulan koşullarda insanlıktan çıkaran şey "çalışma"dır. marx bu hakikati gerek elyazmalarında gerek kapitalde defalarca yinelemiştir. marx inatla bu hakikati, evrenseli dile getirir. çünkü onun dile getirdiği, dile getirilebilir bir şeydir: insanın çeşitli olanaklara sahip, bu olanakları çalışma yoluyla gerçekleştirebilen bir varlık olduğu ve modern kapitalist toplumda insanın bu olanağını gerçekleştiremediği; bu toplumsal koşullar içinde insanın hayvansala, hayvansal olanın ise insansala dönüştüğü. marx'ın kendisi her koşulda bu hakikati dile getirerek kendini korur. ruhsuz dünyada ruhunu kurtarır. tıpkı sokrates gibi etik olanı seçer. bununla birlikte, rasyonalist bir filozof olduğu için bunun ötesine geçmez. kierkegaard sonsuzluğu tam olarak anlatılamaz olanın yaşanmasında görür. marx ise sonsuzu etik olanda yakalar.
deniz gezmiş de bu bağlamda sokratese benzer bir örnek olarak verilebilir.

6 Nisan 2017

Tolstoy

yaşamı kabul etmeyi kendi içinde yüce bir değer olarak gören tolstoy bile dinsel dönüşümünden önce bir intihar girişimi yaşamıştır. "yaşamın benim için hiçbir anlamı olmadığından kuşkum yoktu. yaşamın her günü, her anı beni bir uçurumun kenarına daha da yakınlaştırıyor ve karşımda nihai bir yıkıntıyı görüyordum. durmak da, geri dönmek de imkansızdı; beni bekleyen bir ıstırabı, beni hiçliğe götüren içimdeki ölümü görmemek için gözlerimi bile kapatamıyordum. mutlu ve sağlıklı bir adam olan ben artık yaşayamayacağımı hisseder olmuştum, karşı konulmaz bir güç beni mezara sürüklüyordu. intihar etme niyetinde olduğumu kastetmiyorum. beni yaşamdan çeken kuvvet daha güçlü, daha dolu ve yalnızca bir dileğin ötesinde daha büyük sonuçlarla alakalıydı; yaşama olan bağlılığıma benzeyen bir kuvvetti bu, tek farkı ters yönde olmasıydı. daha önce yaşamımı iyileştiren şeylerin gelişi gibi intihar fikiri de kendiliğinden geldi. beni öylesine içine çekiyordu ki, bir anda yapıp her şeye son vermemek için, bir tür kendimi kandırmaya sürükleniyordum. acele etmeye niyetim yoktu, çünkü önce düşüncelerimdeki karmaşayı çözmeye kararlıydım ve bunu hallettiğimde mutluyken kendimi öldürebilirdim, yine de, kendimi asmanın cazibesine kapılmamak için urganı her akşam yalnız başıma üzerimi değiştirdiğim çalışma odamdaki dolapların arasına sakladım ve hayattan çok çabuk kurtulma yolunu sunduğu için tabanca taşımayı bıraktım. ne istediğimi bilmiyordum; yaşamdan korkuyordum, ama yine de ondan umduğum bir şeyler vardı." işte bu, tolstoy'un elli yaşındayken geçirdiği krizin itiraflarımdaki uzun betimlemesi. bunlardan daha farklı bir şekilde ivan ilyiç ölümünde de bahsetmişti.