28 Nisan 2013

Kendini Öldürme Sanatı

Hikayesini nerede bitireceğini en iyi bilen kişi hikayeyi yazandır. Eğer hikayeyi devam ettiremezsen bir zaman sonra, ana karakteri öldürmek en cazip fikirlerdendir. Yoksa zaten acı çekecektir. Acıya son vermek, daha caziptir.
İnsan bazen nefes alacak alan bulamıyor kendine, hayata bir anlam bulamıyor. Öylesine çatışıyor ki hayalleri ile gerçekler, acısına dayanamıyor gerçeklerin ve gerçekliğine son veriyor. Kendi gerçekliğine son veriyor. Açık açık ölümü seçiyor. Acıların dineceğini ve ölümün aslında ölümsüzlüğe açılan bir kapı olduğunu yerleştiriyor zihnine. Bir nevi umut gibi geliyor ölüm ona. Son umut.. Ve sonsuz bir cesaret. Kaynağı kaybedecek bir şeyinin olmaması olan cesaret. Hiçbir şeye cesareti kalmayan bir insan kendinde en büyük cesaret örneğini buluyor. Susma cesareti.
Sonsuza kadar susacağını, geride bıraktığı her şeyin yerine konuşacağını biliyor. Ama umursamıyor hiçbir şeyi, öyle acıyor ki kendine dayanamıyor bir süre sonra acımayı bırakıp ölüme gidiyor. Belki hiç tereddüt etmeden koşuyor, belki de adım adım gidiyor.
Nasıl olsa bir gün bitecek. Gün de bitecek. En sevdiğin şarkı da bitecek bir kaç dakika sonra. Ve ben de bu yazıya son noktayı koyacağım biraz sonra. Ve kendini öldürme sanatı da kendi hayatına nokta koymaktır. Bir sanattır. İkisi de başkaldırıdır hayata nasıl olsa, sanat da, intihar da, sanatta intihar da. Kimse noktayı ne zaman koyduğunu önemsemez, belki çok gençti derler arkandan ama her zaman 'vadesi bu kadarmış' cümlesi çınlar kulakta.
Bugün ya da yarın olduğu farketmez.
Ama ölümünü de kendisi seçebilecek kadar özgür olmalı mıdır insan?