14 Ekim 2016

Hepinize küsüm!

Bazen düşünüyorum. Sonra da niye bazen düşündüğümü düşünüyorum. Aslında insan her zaman birden fazla şey düşünür..
Şu an ne düşünüyorum ya hakikaten?!
Yalnızlık kafası bu heralde. Bizimkiler de gitti malum. Yazın her gece biriyle dışardaydık da şimdi niye tekelle kanka olduk be kızım.
Bunları bu boktan bloga niye yazıyorum bilmiyorum. İlerde büyük kadın olursam silmicem ama. Bu arada büyük kadından kastım ne onu da bilmiyorum. Annem eşşek kadar oldun diyor arada. Benim hissiyatım on iki yaş civarı.
Keşke yaptığım en tehlikeli şey, çift bahçeli müstakil ve sevimli evimizin arka bahçesinden neyden ve niçin olduğunu bilmeden kaçışlarım olarak kalsaydı. Tehlike bunu neresinde mi? Bacağına inşaat demiri girmiş, inşaatta oynarken ön dişleri kırılmış, bisikletten düşmekten dizleri aşınmış 6 7 yaşlarında bir kız çocuğu olmak kolay değildir.
O arka bahçeden de az kaçmadım parka falan. Hastayken evden çıkarmıyorlardı beni. Okula falan gidemiyordum 2 3 hafta. Sıkıntıdan bahçe kapısının diğer tarafına yatan kediyle konuşurdum. Bizim bahçe kapısı da dünyanın en saçma ve en güzel kapısıydı. Alt tarafı buzlu cam olması gerekirken yanlış takan ve sonradan düzeltmeye gelmeyen pimapenci abiler tarafından üst tarafı buzlu cam, alt tarafı normal cam şeklinde yapılmıştı. Ve bu da benim kedi kankalar edinmemi sağlamıştı. Bu kadar değil tabi hayvanlarla iletişimim. Mermerlerin üstünde gezen karıncalarla oyun oynardım. Oyun dediğim tek taraflı ama. Gözüme bir karınca kestiriyordum önce. Yarım metre kadar yürümesini bekleyip ters tarafa doğru üflüyordum sonra. Eski konumuna gelince tekrar aynı yöne yarım metre yürüyordu. Ve ben bunu aynı karıncaya sıkılana kadar yapıyordum. Az idman yaptırmadım hayvanlara.
Bu arada hasta diye çocuk eve mi kapatılır be! Çizgi film arşivim vardı o zamanlar cd çantam falan vardı baya bi havalıyım. Lilo ve Stitch'i 17 kere, Güzel ve  Çirkini 21 kere izledim. Kendi arşivimi bir kaç posta dolandıktan sonra babamın yırtıcı kuşlar, sibirya kaplanları, en tehlikeli yılanlar ve benzeri belgesellerine sarmıştım.
Beş yaşında okuma öğrenen çocuğu sekiz yaşında okula gönderirseniz yirmi yaşında da on iki hisseder işte!
Hepinize küsüm bu yüzden.

3 yorum:

  1. Benim çocukluğumun geçtiği ev de önlü arkalı bahçesi olan müstakil bir evdi. Belki biz taşındıktan sonra siz geçmişinizdir. Ancak benim konuştuğum şey kapı yanında bekleyen bir kedi değildi... Orta sondayken sokakta başıboş gezen bir köpek vardı; annem geldi, gösterdi bana camdan. Alsana dedi. Ben de gittim aldım onu. Yavruydu... Baya büyüttük ancak halen çocuktu. Yaşına girmemişti. Vakit buldukça onunla bahçede oynardım, konuşurdum fakat okul dolayısıyla yeterince ilgilenemiyordum. Hep söz verirdim ona: “Yaz tatili gelsin, bütün günümü seninle geçireceğim” derdim. Ne yazık ki öyle olmadı. Yaz tatiline iki hafta kala hastalandı; bir hafta kala da öldü. Babam onu arka bahçeye gömdü. Ancak gidip görecek cesaretim yoktu. Sadece arka bahçede ağacın yanında gömülü olduğunu biliyordum. Bir hafta arka bahçeye gidemedim. Sokaktan geçerken bile farklı yöne bakarak geçiyordum. Sonra bir gece annemle dışarıda gezerken baktık oraya. O kadar sevimliydi ki... Küçücük bir mezar; toprak birikintisi, başında da küçük bir tahta. Ertesi gün yanına gittim; “yaz tatiline girdik, sözümü tutmaya geldim” dedim. Sonraki gün yine gittim, bütün yaz gittim; bir gün bile aksatmadan...

    Bundan üç hafta önce de yavru bir kedi buldum. Daha doğrusu sesini duydum ve sese yöneldim. “Nerdesin” dedim, arabanın altından çıktı. Bembeyaz ama kirli bir yavru kedi. Gözünden ve burnundan akıntıları vardı, hapşuruyordu. “Nereden denk geldin sen bana” dedim ve aldım; eve getirdim. Cumartesi gecesiydi, hastaydı. Yatağıma yatırdım onu. Yemek istemiyordu, sürekli uyumak istiyordu. Ben de ellemedim... Sonra yanına gittim uyumak için ama bir şey fark ettim. Kedi pireliydi. Kaldıramazdım onu yataktan; bu yüzden salonda koltuğun üzerinde uyudum o gece, pek rahat değildi. Ertesi gün de kalkmadı yatağımdan, yine hep uyudu. Gece olunca da pireleri umursamıyordum artık. Kolumun arasına aldım onu. Kedi, ben ve pireler; yatağımda uyuduk sabaha kadar. Hayatımın en güzel gecesiydi...

    Pazartesi veterinere götürdüm kediyi iyileşmediği için. Ölümcül bir virüs bulaşmış. Ama ellerinden geleni yapacaklarını söylediler. Oraya yatırdılar ve serum bağladılar. Ben de hergün ziyarete gittim, durumu nedir diye ancak olmadı. Bir hafta sonra öldü. Doğduğu köye ölüm getiren lanetli bebekler gibiyim. Kimi sevsem ölüyor :)

    Kusura bakma sayfanı kirlettim ama içimi bir yerlere dökmem gerekiyordu. Ben de 25 yaşındayım, ancak benim annem seninkinin aksine “yıllardır 12 yaşında kaldın, bi büyümedin” der. Sen de eğer şanslıysan hep 12 yaşında kalırsın... Küsme; pirelere rağmen hayat güzel...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ağlamak istedim kedi için önce ama bunları benimle paylaştığın için de mutlu oldum kendimce. Yalnız bu blog sadece bana ait değil size de ait..

      Sil
  2. Ruhu kırılmış dengesizler için sinek kağıdı gibidir diyorsun. Kalbi kırıklar, çocuk kalmışlar, rap müzikten nefret edenler, klasik rock dinleyenler, Pucca'dan nefret edip sigarasını kitabının üzerinde söndürenler, şehrin her sokağında terk edilenler, bazı sokaklarında aldatılanlar ama her şeye rağmen umudunu kaybetmeyip gök yüzüne baktıklarında yıldızlardan yapılmış ay karınlı tavşanı görüp yüzde yüz mükemmel aşkı arayanlar; taaki güneş doğup tavşan kaçana kadar... herkesi çekiyor.

    YanıtlaSil